3 Ağustos 2011




Şaşıyorum şaşkınlara!

Şaşırıyorum şaşıranlara, şaşkınlara! Her dönemin bir yapıcıları, ön hazırlayıcıları yok mu? Sebepleri ekonomiktir, sosyolojiktir ancak tahmin edilemez değildir, bir sonraki bizleri bekleyen durak bellidir. Bir toplumun uğradığı (uğrayacağı) değişim bir anda mı gerçekleşir? Toplumun bir anda değiştiğini(değişiyor olduğunu) düşünmek, toplumun verdiği kararların neticesini anlamamak, onun seçimlerini ciddiye almamak; onu, önemsememek değil mi? “Biz, nasıl böyle olduk?”, “Biz, nasıl kutuplaştık?”, “Lütfen kutuplaşmayalım! sürekli değişen kutuplarla, kutbumu şaşırıyorum!” diyenler, ‘benmerkezci’ hayatlarının dışına çıkıp, etraflarındaki değişime en son ne zaman göz atmışlardır, meraktayım. Toplumun büyük bir kısmı ‘sizinle aynı fikirde değil’ diye, o seçimleri ve sonuçları nasıl önemsemezsiniz? Toplumun beğenisini, onayını alanların yaptıkları, yapacakları; sizin onayladıklarınız olmayabilir; ancak çoğunluk, neden ve tekrar neden ‘seçimini onaylamadıklarınızı’ seçmektedir, bunun üzerine düşünmek yerine toplumu toptan yargılamaksa zaten işin en kolayı değil midir? Şimdi en kolayından şaşıyor musunuz? İşte ben de buna şaşıyorum. Bizleri bekleyen durağın ismi üzerinde yazılı değil mi? Siz, o durakta ister inersiniz, ister yolunuza devam edersiniz; ancak toplum, sürüklenmek istediği yolun güzargahını çizmişse, o güzargah bir ring içinde bile olsa izleyeceği yol odur. Beğenmiyorsanız, topluma, onun beğeneceği, ayağına ters gelmeyeceği başka bir alternatif bir yol göstermeniz gerekir. Alternatif o yolun kendi yolu olacağına inanmışsa, ne kadar dolambaçlı ne kadar engebeli olduğuna bakmaz, gideceği güzergahı alternatif yolla belirleyecektir. Ancak hem onun aklına yatacak alternatif yol önermeyeceksiniz, hem de sürüklendiği güzergahı beğenmeyeceksiniz. Sahi siz kimsiniz? Siz hangi şaşkınsınız?

Bir zamanlar ucu size dokunmuyordu. Hatta vergi borçlarını vesile edip, diş kavukları bile aranmış adamlara maliye hesapları sorulurken belki içinizden bir “oh” bile çekiyor “başına gelenleri hak etmişti” diyordunuz. Bir zamandan da önceki bir zamanlarda hesap sorulan o adamlarla belki tatsız bir geçmişiniz vardı, ondan “oh” çekiyordunuz içli içli. Sorulan hesaplarda haklılık payı yok muydu? Aslına bakılırsa vardı. Ama bu işte ters olan, başka bir şeydi. Hesap sorulmanın başlandığı o zaman dilimi, yeni bir dönemin başladığı, sorulan mali hesaplarsa “geliyorum işte.. bekleyin!” iç sesinin kuvvetli ıslıklarıydı. O ıslıkları duymak istemediniz, hatta belki yanınızdakilerle o ıslığın melodisini siz de mırıldandınız. Ters gelen şey, o ıslıkların melodisiydi. Şimdi o ıslık, gökkubbeye varan büyük nidalara dönüştü; siz o nidalardan korkuyorsunuz. Halbuki yükselen nidalarla, o ıslıkların melodisi aynı. Şimdi neye şaşıyorsunuz? Neden şimdi size o melodi, yabancı geliyor, içinizi titretiyor? Şaşkınlığınıza şaşıyorum.

Şimdi kariyerleri boyunca yaptıkları işlerde (kalitesi yüksek bile olsa!) ‘suya sabuna dokunmamışlar’, “tam gaz gidiyordum duvara tosladım” diyor? Demek ki eskisi gibi, gül bahçesine savrulmayı umuyorlardı. Tam gaz diyerek ‘haksızlığa uğrayan’ların nişanını yakalarına takmaya çalışıyorlar. Diğer meslektaşları bilcümle alkışlarıyla “tam gaz” gittiğini sanıp “toslayan” arkadaşlarına nişanlarını takıyorlar. O meslektaşlarının sözlerinde, bolca şaşkınlık ifadeleri. Bu şaşkınlığa hepten şaşıyorum! Gazetecilikteki veya sükseli televizyonculuktaki mesleki reflekslerden bahsedenlerin bu basiretsizliklerine şaşıyorum. İçimden soruyorum ne bekliyordunuz?

Hiç yorum yok: