
ACI AY
Demiş miydim? Ben pek çikolata sevmem. Hele ki bitter! fazla kekremsi gelir bana. Kakaosu, ağzımı burar her denediğimde. ‘Bitter Moon’ filmi, Polanski’nin tuhaf bulduğum sinemasından bir film. Ancak ismi, (içinde bitter olmasına rağmen) kulağıma hep hoş gelir: Acı Ay. Acı ay dedim de, geçenlerde merak ettim yılda kaç defa ay tutulması yaşıyoruz acaba? Rastladığım cevaplar, sıklıkla, yılda iki defa tutulma olduğunu söyledi. En son dolunay zamanında, görünen tam ay tutulmasını 15 haziran’da yaşadık. Bendeki özel manasıyla dikkatimi verdiğim her yılın 15 haziranına farklı olarak, bu yıl başka anlamlar da yüklemeliymişim meğer. Bu yılki haziranın on beşinde, ay, önce gri puslu bir renkteydi, sonra kahve renginden bakıra yürüdü; en son bakıra çalarken, hafif kızılla sınırdaştı rengi. Yine de bu ayın kızıllığı, beş yıl önce gördüğüm İzmir Ilıcadaki kırmızı ay gibi değildi. Hele kızıllığı, Mordoğan-Karaburun yolundaki her koyda defalarca batan güneş kızılı ve onunla yarışa giren koyların ihtişamlı kırmızı ayı gibi hiç değildi.
Karaburun küçük, serbest bir ege kasabası. Kasaba ile deniz, aralarına hiç mesafe koymadan, dib dibe birbirlerine sığınarak kaynaşmışlar. Uzun yol katederek varılan egenin en ucundaki bu burunda, salaş balık lokantalarında balık ve şarap eşliğinde geçirilen bir öğlen vakti, kalabalıklaşan ve gün be gün gürültüsü artan ılıca’da vakit geçirmeyle karşılaştırılamaz. Lokanta, dediğime bakmayın; üstü kuru kamışlarla örtülü çardak havasında, sanki gölgeli bir çay bahçesi. Çardağın denize sıfır tarafında, dalgalar haşinleştiğinde olası su serpintisini engelleyen yarısı camdan yarısı ahşap bir set, abartısız insana denize açılan pencere hissini verir. Ancak masaya kurulup da saatler, keyif vaktini çaldığında elinizi uzatsanız parmaklarınızın değeceği deniz, pencereli sete rağmen camlarla oynaşarak size serinliği getirir. Denizi, kayalık ve her daim temiz Karaburun’un.
Böyle birkaç öğle vaktini hatırlıyorum. Hele ki bir hafta sonunda, akşam vakti, bize ne sürprizler yapmıştı. O hafta sonunun, insanı ağırlaştıran sıcak öğlen vaktinde, ‘sonbahar kaçakçısı’yla, Ilıca’nın kalabalığı ve müzik gürültüsünden kaçmışız, kendimizi Karaburun’un bu uzun sahilinde bulmuşuz. Taze balık ve şarap önümüzde; denizde balık avına çıkmış küçük tekneler. Hemen önümüzde salınan denizin kıyısındaki afacan oğlan çocukları küçük kayalardan denize atlaşıyorlar. Biraz ötelerinde, yetmişlerinde bir nine, sıcaktan bunalmış, üstünde günlük entarisi kıyıya yakın bir kayalığa oturmuş, sıcakla şişen ayaklarını sulara salmış serinlemeye çalışıyor. Onun deyimiyle ‘azıcık serinleyivermiş!’ ama yetmemiş ki bir süre sonra suya kendini bırakıyor. Bir yandan yüzüyor bir yandan kıyıda kendine seslenen hınzır gence cevap yetiştiriyordu, kelimeleri yuvarlayıveren aceleci ege şivesiyle. Sonbahar kaçakçısıyla gülüşüverdik hınzır gençle denizdeki teyzenin birbirlerine laf yetiştirmelerine.
Akşam serinliğini kaybetmeden, dönüş yoluna koyulduğumuzda hala güneş batmamıştı. Ve elbet arabayı kullanan biz değildik.

Kırmızı Ay’ın Acı Saltanatı
Batmakta olan güneş, incelip daralan tek arabalık yolda, her girdiğimiz koyların girintilerinde kayboluyor; koyun burnuna geldiğimizde aniden ve daha bir alacalı, giderek çizgilerini kaybetmiş, sıcakta eriyen çikolata gibi etrafındaki renklere bulanmış haliyle bizi buluyordu. Güneş bulandığı renkleri peşi sıra sürükleyerek yolumuz üzerindeki sıralanmış koylarda arabamızla yarışa giriyor, eridiği renkleri kaybetmeden hızını artırıyor, koy içlerinde pes etse de, denizle yolu ayıran yarların en ucunda bizi yakalıyordu. Kırmızı ay görünene kadar yol boyunca ‘koy oyunu’nu hızını kesmeden bizimle oynadı. Ay nazlı nazlı kırmızı ve ihtişamlı doğduğundan mıdır, güneşin renkleri gittikçe bulanıp artık tek renge sahip olamadığından mıdır bizimle yarışta hızını kesti. Ama hemen pes etmedi. Bir süre daha bizi, kırmızı ayın ihtişamına kaptırmak istemedi. Ayın kırmızı saltanatı gökyüzüne yerleşinceye kadar, her koyda koyulaşan, renklerini sürükleyerek denize saçan güneş, bizimle yarışta ısrar ediyordu. kırmızı ay, etrafını iyiden iyiye karanlık sardığında, hükümdarlığını, geç kalmış imbatla ilan edince, güneş, artık pes etti. Meydan, her koyun bitiminde bizi karşılayan, ağırbaşlı hükümdar kırmızı aya kalmıştır.
Ay Tutulması
Ay tutulması için derler ki bir dönüm noktasıdır, bir değişim dönüşüm zamanıdır (kurda dönüşen insanı kastedmiyorlardır umarım!). Alaca renklere bulanmış güneş ve yarıştığı ihtişamlı kırmızı ayın saltanat sırasını birbirlerine bırakmaları gibi zor zamanların yerini güzel günlere bırakmasını umut etmek bize çok mudur?
11 ağustos 2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder