26 Haziran 2011

Yok Böyle Bir Yağmur!...







Yok böyle bir yağmur. Ha babam yağıyor. Durması yok; durağı yok; yorgunluğu yok; rüzgarı az, kasveti çok; damla damla, telaşsız, bütün sıkıntısını, zehir gibi şehre boşaltıyor. Şehrin bir tarafında genç bir kız kaybolmuş; hiçbir yerden haber alınamıyor. Ailesi perperişan. Şehrin başka bir tarafında en zor dönemlerinde, hastalığında yanı başında olan adamla, başka bir şehire yerleşmek; onunla evlenmek; oğlu ve evleneceği adamla beraber mutlu bir hayata geçerek, dağınık hayatını terk etme hazırlığındaki kadın dedektif, aynı yağmurla eşyalarını toplarken tereddütler içinde. Çünkü onun hayatında işi hep ailesinden önce gelmiş. Kaybolan, öldürülen genç kızların izini bulamamak, katillerinin peşine düşememek ona hep başarısızlık hissi vermiş. Sakin tavırları, keskin mantığı, kolay kolay demoralize olmayışı onu, haklı bir başarının sahibi yapmış. Ah bir de şu yağmur olmasa belki başka şehre yerleşmesi kolay olacak tereddütleri azalacak. Ya şehrin diğer tarafında kaybolmuş muhtemel bir ölümle cesedinin ve katilinin bulunmasını bekleyen liseli kız, ona ne olacak? Tereddütler boşa değil. Yeni bir hayat kurmak ne kadar cazipse, dağınık da olsa yerleşik alışkanlıkları barındıran bir hayat diğer tarafta o kadar ağırlığını koymakta. Boşa değil başka şehre yerleşmek için alınan uçak biletlerinin tarih ertelenmesi, boşa değil düğün tarihindeki değişikler.



“The Killing” in başrolünde yağmur da var. Cast’ı belirlerken onu unutmamışlar. Onun, oyunculuğuna, bolca kasvet, zaman zaman gerilim kattığını düşünmekle castı hazırlayanlar iyi hesap yapmışlar. Başrol yağmurda ama diğer oyuncular ondan aşağı kalmıyor. The Killing dizisinin oyuncusu Mireille Enos (dedektif Sarah Linden) sakin ve sade bir oyunculukla karşımızda. Sesiyle oyunculuğu nasıl örtüşüyor. Benim gibi sese ayrı bir değer veren birinin etkilenmemesi mümkün değil. Bu dizide bütün oyuncuların sesleri etkileyici. Kadın dedektifin, başka şehre gitmesiyle boşalacak koltuğu doldurması için narkotik şubeden atanmış dedektif beyi ise Joel Kinnaman’ın canlandırmakta. Onun da sesinin ‘şarm’ı (charme) ayrı. Dizi hikayesinde, Seattle’da belediye başkanlığı seçimlerinin kıyasıya geçtiği döneme denk gelen liseli kızın kayboluşu, her iki belediye başkanı adayını da zor duruma sokması, paralel başka bir hikayenin yürümesini sağlıyor. Hatta o belediye başkan adayları dizi hikayesinde, liseli kızı, seçimlerinin baş konusu yapmakta geri durmuyorlar. İşte, ‘politika ve seçimler’ ne kadar acımasızdır bir polisiye dizide bile bunu görmek mümkün. Haberlerde seçim reklamlarında kaybolan kızlarının görüntüsünü görmek aile için ne ızdırap vericidir. O ızdırap içindeki aileyi yani kaybolan liseli kız Rosie Larsen’ın anne ve babasını Michelle Forbes, Brent Sexton canlandırmakta.


Mireille Enos (dedektif Sarah Linden)



Joel Kinnaman ve Mireille Enos


Bu dizinin görüntüleri, müzikleri, dizinin kasvetine rağmen etkiliyor. Her şeyi sade, basit ama etkileyici. Büyük, atraksiyonlu takip sahneleri, ters dönen arabalar, sürekli birbirine çevrilmiş silahlar, bolca kan yok bu polisiyede. Üstelik bu dizinin sanat yönetmeni, oyuncuları giydirmekte pek bir sorun yaşamıyordur. Herkes gibi görünen, sıradan insanların hayatında, her şey ne kadar sade ise bu dizinin karakterlerinin de giyim kuşamı, o kadar sade. Başroldeki kadın dedektif, alıştığımız polisiye dizilerdeki gibi botoklu dudaklarla, balyajlı saçlarla, dar ceket-pantolon takımlarla karşımızda değil. Boğazlı bir kazak ve blue jean neredeyse yegane gardrobu. Bey dedektifimizin gardobu da farklı durumda değil.


Michelle Forbes ve Brent Sexton( kaybolan kız Rosie Larsen’ın anne ve babası rolündeler)


Kaybolan( ve aslında öldürülmüş) liseli kızın katilinin bulunması bütün bir sezon boyunca işleniyor. Yani her bölümde farklı bir cinayet yok. Alıştığımız polisiyeler gibi değil anlayacağınız. İlerleyen bölümlerde yeni bir oyuncu eklenmeden; başından beri seyirci olarak şüphelendikleriniz eksilmeden dizinin son bölümüne kadar aynı kalacak. Bütün bölümlerde tek bir cinayetin şüphelileri hep aynı isimler, yüzler; fakat bir bölümde en az iki defa fikir oynaması yaşayıp: “hayır filanca olamaz bu olmalı katil” derken, bölüm sonuna doğru fikrinizi değiştirecek yeni ip uçları, yeni sorularla bir başka şüpheli için “yok eminim katil, bu” diyorsunuz.



Abartı yok bu dizide; ihtişamlı, haddini bilmez, gerçek hayattan kopuk, maceracı hayatlar yok. Sadeliğin ve sakinliğin içinde merak uyandıran bir gerilim yaratılmış bu dizinin senaryosunda, çekiminde, montajında.

Belki şaşıracaksınız bu dizi, Danimarka yapımı “Forbrydelsen” dizisinin Amerikan uyarlaması imiş. Amerikalılar demek ki istedikleri zaman az atraksiyona rağmen gerilimi yerinde polisiyeler de yapabiliyorlarmış (!!)

Tavsiye edilir: “The Killing” izlenmelidir!

Not: Hikaye Seattle’da geçiyor fakat dizinin çekimleri Kanada Vancouver'da yapılıyormuş. Bu bilgi, onca yağmuru, karanlık bulutları ve kasveti açıklıyor.

Hiç yorum yok: