26 Haziran 2011

Kim sorarsa dağ bizdedir!



Bir cümle vebal bizdedir!

Her dağın ayrı bir türküsü var mıdır? Bence vardır! Ezgisiyle sis bulutuna yaslanmış sarp kayalık dağların veya rüzgarla titreyip salınan yeşilliğiyle “buradayım!” diyen o kocaman yürekli dağların, yeri yöresi neresiyse, her doruğuna, kader gibi yazılmış türküleri olmalı. O kocaman yüreklerinde gizliden vuran ‘düm düm ta, düm tatata’ davulu duymalısınız, başka bir dağın saz telini veya kemençenin namelerinde o türkülerin hikayeleri, kendilerini anlatmalı. Bir dağın yüreğinden velvelesiyle: “..Kalbime ateş düştü/İçinde yar da yandı/Su serptim ateş sönsün/Serptiğim su da yandı…” sözlerini veya gümbür gümbür yürek çarpıntısıyla “…Arı vardır uçup gezer/Teni tenden seçip gezer/Canan bizden kaçıp gezer/Arı biziz bal bizdedir…” sözlerini duymalısınız! Kemençeyle duyacağınız şu sözlerle “…bin dokuz yüz yetmiş dokuz senesi/yazık genç yaşıma ona yanarım/kapıda asmalı elmanın dalı/üzüm toplayamaz kuvvetsiz kolu/nasip idim İzmir topraklarına/ağla anneciğim, unutma beni/unutma beni!...” sızlanmalısınız.



Edep, Erkan, Yol Bizdedir!

Kestane ağaçları salınarak devr-i hindi usûlünde velvelesiz “düm tek tek düm tek” ritmiyle yürek vurduğu Karadeniz dağlarının bir tepesine tırmandık geçenlerde. Kimi yerlerde fındık ağaçları bir ağaç boyuna erişmiş; karşı tepeyi sarmış sise karşı, dimdik; rüzgara rağmen eğilmemeye bükülmemeye çabalıyordu. Karadeniz Yalıköy’ünün yukarılarında, dağın tepesindeki Kutluca köyündeydik. Kutluca köyünde kısa bir süreliğine misafir olduğumuz evin sahipleri “ bu yıl soba, haziran ortasında kalkacak gibi ” dedi, elbet kendine has şivesiyle. Yollar bir zaman asfalt yapılmış fakat kışın sertliğine, asfaltın dayanması mümkün değil. zamanla çatlamış asfaltlı yol, yarı taşlı yola dönmüş. Dağın tepesine, arabayla çıkarken keskin virajlar insani ürkütmüyor değildi. Fakat Küre dağlarına alışkın biri olarak o virajları özlemiştim.

Hoynat adasının sahipleri martılardı. Deniz kenarında nadiren gördüğüm karabataklarsa, İstanbul Kadıköy veya kanlıca koyu çağrışımıyla bana sürpriz yapıyorlardı. Ordu’ya giden yolda Yason burnundaki Yason kilisesine giden yön tabelası, başka bir durak noktasını gösterir gibiydi. Rivayet oymuş ki Yason ismi, Gürcistan'da altın postu aramaya giden ve boğazdan geçerken siren kayalıklarıyla karşılaşan, Jason adlı yunan mitolojisi kahramanından geliyormuş.

Hayırdır! Bu dilime dolanan türküler..

Her yolculuğumun dönüşü hep bir telaşlı geçer ya! Doktorumun şart koştuğu istirahat dönemimde yaptığım bu yolculuk yorgunluktan çok bana dinç bir hal getirdi. Özlediğim Karadeniz kıyılarından sonra hayalini kurduğum diğer yolculuklara kimbilir ne zaman çıkabileceğim? Dönüş yolumda o hayallere nedense kulağımda davul çağrışımlı birkaç mısra eşlik ediyordu: “Rüzgâr deme buluttur, bulut deme dumandır./Vur, ha vur, vur davul gök yerinden kaymalı/Hodri meydan! Vakit tamam, peşrev tamamdır/Ha deyince kaldırıp kaldırıp yere vurmalı...”

Sonra ‘hodri meydan’lı bu şiir çağrışımının nedenini düşündüm. Buldum da çünküsünü. Çünküsünü, bu şiirin sahibi şairimizin, yazılış hikayesiyle birlikte başka bir şiiri kulağıma çalındığında anladım. O şiirin yazılış hikayesi şöyle değil miydi?

‘'12 Mart sonrasının kahır günleriydi.
Bir sabah radyoda duyduk ağır haberi: Deniz'lere kıymışlardı. Karşıyaka'dan İzmir'e geçmek için vapura bindim. Deniz bulanıktı; simsiyah, alçalmış bir gökyüzünün altında hırçın, çalkantılı... Acı bir yel esintisinin ortasında aklıma düştü ilk mısra... Vapurda sessiz bir köşe bulup yüksek sesle tekrarladım. Vapurdan indikten sonra da rıhtım boyunca bu ilk mısraları tekrarlayarak yürüdüm: ‘Bir yangın ormanından püskürmüş genç fidanlardı/ Güneşten ışık yontarlardı sert adamlardı/ Hoyrattı gülüşleri aydınlığı çalkalardı/ Gittiler akşam olmadan ortalık karardı..’ “

Anlaşılan boşuna değildi gördüğüm dağlarla türlü türlü türküleri mırıldanmam ve boşuna değildi kuzey kıyılarında güneşten ışık yontanları hatırlamam ve elbet garip değildi 72’deki ‘asıldılar’ gazete başlığını hatırlamam. Yine nedense kuzey kıyılarından İstanbul’a dönerken uykuya dalmadan önce, güneyimizdeki Kerkük türküsü az evvelki mısraları tamamlayarak kulağıma yerleşti: “Baba bugün dağlar başı dolu kar/Benzim sarı hulkum dar/Her gelen benzim sorar/Bilmez kalbimde ne var/Aman aman aman elinden/Digel otur o güzel boyuna/Ben de ölüm..”

Not : sanılmasn ki yolculuk bittiğinde kasvetler içindeydim. evime dinlenmiş bir beyinle hafiflemiş bir ruh haliyle döndüm. arada bir kısa da olsa kaçamak yolculuklar yapmak lazımmış . doktorun yasaklarına rağmen!!

Hiç yorum yok: