29 Eylül 2011

Eşekler de İntihar Eder!...




İnanmadınız mı, eşeklerin de gururu olup intihar edeceğine. Muş’ta tanık olunmuş gururlu bir eşek hikayesi anlatayım size, belki bana inanırsınız. Yok, önce başka bir şey anlatayım; yine eşeklerle ilgili:
Tanıyanlar veya tanımayanlar; kitaplarını okuyanlar, okumayanlar her nasıl bir kitle ise ; o kitlenin büyük çoğunluğu onu bir İstanbul beyefendisi sayar, aslen öyledir ancak eklemek gerekir: o, külhanbeyi ile istanbul beyefendisi arasında bir yerdedir. Günlük hayatında dilinden kelimelerin en hınzırı, en haylaz halk deyimleri eksik olmaz (aman yanlış anlaşılmaya! Küfür demiyorum, hınzır diyorum). Akşam oldu mu, Maçka’daki salonda, büyük iki avize yalnızca yemek sırasında yanardı. O vaktin dışında, salonunun her bir köşesine; sehpalara, aynalı tırnağa yerleştirilmiş abajurlar 100 wattlık ışıklarıyla yanardı. Abajurlar dört tane olunca yeterince aydınlatıyordu mekanı. Tepe ışıklarını zaten sevmediğimden bu aydınlatma sistemine hemen alışmıştım. Onunla ilk çalışmaya başladığımda bir türlü alışamadığımsa; ailemde, çevremde hiç duymadığım o hınzır deyimlerdi. Kızkardeşlerimden en küçüğü çalışmaya başladığım o ilk dönemde, henüz on yaşındaydı. Elbet kızkardeşlerimle tanışmıştı büyük yolların haydutu; onları zeki ve dikkatli bulmuştu. Bir ara o en küçük kızkardeşim hakkında konuşuyorduk, onun için “sıçanâki” demesin mi! Nasıl alınmıştım, kızkardeşimi sıçana benzetiyor diye (şimdi üniversitede öğrenci olan o kızkardeşim hala kırk beş kiloda ve kemikten mükellef göründüğüne göre o zamanki minikliğini böyle tanımlamak pek de yanlış değilmiş.) Büyük yoların haydutu, uzunca bir süre “sıçanâki” lafını sevimliliği için söylediği konusunda beni ikna etmekle uğraştı. Sonraları kulağım alıştı elbet.
Yine hınzır bir Anadolu deyimini söylediği gün katıla katıla gülmüştüm. Karikatür gibi bir benzetme idi. O gün, kışın yağmura hazırlanan karanlık bir gündüz vaktiydi. Evin içi çok karardığından tepe ışıkları dahil bütün ışıkları yakmıştım. Öğlen yemeği için eve gelen büyük yolların haydutu salona girince; dudağının kenarında hınzır tebessümüyle: “ ne o, eşeğin sünnet düğünü gibi, bütün ışıkların yakmışsın!” demesin mi? Ardından yemek öncesi, salonda benim yüksek kahkalarımla o avizeler şıngırdamasın mı?




Bu sohbetin üzerinden dokuz yıl geçtikten sonraki (elbet bu laf yeri geldi mi söyleniyordu) başka bir sohbette aynı laf benim şaşkınlığımı su yüzüne çıkartacaktı. Yaz vaktiydi; bir pazar akşamı o, hafta sonunu geçirdiği yakınının mekanından dönmüştü, bense annemlerle geçirmiştim hafta sonumu. Maçka’daki mekanımızda buluştuğumuz an, yemek öncesi, rehaveti bol hoş bir vakitti. Büyük yolların haydutu hafta sonundan kesitler anlatıyordu: “ …o misafir kız da amma kıntışlıymış: akşama doğru, sahilden dönüp eve girince bir baktım ev sahibi bütün ışıkları yakmış, ben yine ‘eşek sünneti gibi olmuş burası; bütün ışıkları yakmışsınız!’ deyince o misafir kız bir kahkaha kopardı belki on dakika güldü” dedi. “Bunda garabet var mı, komik bir laf. Hiç hayvan sünnet olur mu?” dedim. Bu defa o “ İyi de o, on dakika güldü. Hem sen bu lafın nesine gülmüşsün; yorumunu bir daha söyle bakayım!” dedi. Bütün şaşkınlığımla: “ Hiç hayvan sünnet olur mu? Bu laf, bundan dolayı komik değil mi?” tekrarımı yaptım. Bu defa o katılarak gülmeye başladı bir yandan da üstünü kapatmaya çalışarak açıklamasını yaptı:” hayır, eşeklerin uzvunu sünnet etmek pek kolay olmasa gerek, o kadar zor ki düşün, sünnet edilebildiğinde bütün ışıklar yakılarak düğün yapılıyor” . Yüzümdeki şaşkınlığı bir hayal edin. O halimle “ ne yani, dokuz yıldır yanlış şeye mi gülüyordum!” diyebildim.






İsmi Leyla…

Gelelim Muş’taki eşek hikayemize. Hikaye dediğime bakmayın aslında yaşanmış bir olay. Onurlu, mağdur kahramanımız, dişi bir eşek. Efendim, bu dişi eşeğimizin sevdalandığı bir eşek var. Bunların sevda muhabbetleri, bulundukları köyde sempatiyle karşılanıyor. Kahramanımız dişi eşeğin ismi Leyla. Leyla ile sevdalısının muhabbetleri süre gitsin bir gün köylünün biri başka bir köyden kendine bir eşek edinir. Köye yeni gelen bu eşek, haydutluğunu, etrafa göstermekte vakit kaybetmez. Sahibini bile şaşırtan yeni eşekten, herkes rahatsızdır fakat asıl rahatsızlığı Leyla yaşayacaktır. Yeni gelen eşeğin her yakınlaşmaya çalışmasının ardından soluğu sevdalısının yanında alan Leyla kendi dilinde konuşarak ona, durumu anlatmaya çalışır. Leylanın sevdalısı da yine Leyla’nın dilinde konuşarak ona yaklaşıp karşılık verir.
Bir gün haydut eşek yapacağını yapar, onun elinden kurtulmaya çalışan Leyla çırpınışlarıyla acı acı bağırarak herkesten yardım ister. Leylanın sevdalısı önce haydutla mücadeleye girişse de kuvvetli hayduttan dayak yiyip geri çekilir. Leyla’yı çok seven sahibi, müdahale etmeye çalışsa da hayduta engel olmak ne mümkün! Hayduta, kendi sahibinin çekiştirmeleri, dayağı bile engel olamaz. Sonunda olan olur. Leyla olayın hemen ardından sevdalısının yanına gider, ona Leylaca bir şeyler anlatır, ondan şefkat bekler. Onuru kırılan sevdalı eşekse önce Leyla’ya cevap vermeye çalışır, fakat uzun sürmez cevabı, yürüyüp gider, Leylayı ardında bırakır. Köylülerin bir kısmı der ki; onlar bir süre hem konuştular hem ağlaştılar.





Leyla hamile kalır, yavrusunu doğurur. Birkaç defa daha sevdalısına yanaşmak ister ama sevdalısı hep ondan uzak durur. Bir gün Leyla yavrusunu da alır, o köyü terk eder. Onu seven sahibi önce bütün köyü, sonra komşu köyleri arar; aratır; haberler bırakır. Leyla’dan uzunca bir süre hiç haber alınmaz. Sahibinin artık umudunu kestiği bir anda komşu köyden biri Leyla ve yavrusuyla görünür. Sahibi Leyla’yı gördüğüne sevinir; onu ve yavrusunu temizler, paklar. Leyla, uysaldır tüm bunlar olurken, hiç direnmez. Birkaç gün sonra bir kere daha sevdalısına görünür; sonra akşamüzeri o köyün en işlek yoluna doğru yönelir. Yol boyunca yürür, yol uzadıkça onun da gölgesi uzar, büyür, kocaman bir Leyla olur. Yolun bir ucundan her zamanki saatinde bir minibüs görünür. Minibüs yaklaştıkça Leylanın gölgesi devasa olmuştur. Minübüsle aralarındaki mesafe kıpkısa kalınca Leyla minübüsün önüne atar kendini. Minübüs sahibi de şaşırır olana. Leylanın hemen orda ölümüne herkes üzülür.(Yoksa size eski Yeşilçam filmlerini mi hatırlattı?)
O haydut eşeğe ne oldu dersiniz? Ona herkes kızmıştır. Haydutun yaptığına ve asıl neden olduğu intihara bütün köylüler kızar. Haydutun sahibi, üzüntüsüne ne yapacağını bilemez. Haydutu, döver; yetmez, onu kovar. Onu bir sahibi kovmaz! Bütün köy halkı, haydutu kovalar köyden. Haydutun âkibetini bilen yok elbet.Bilinen şey, gururundan Leyla, intihar etmiştir. “Hayvanların gururu yoktur!” diyenlere, ‘inat!’ bir hikaye işte: Leyla’nın hikayesi.
Günümüzde insanlarda bile rastlanmayan onur bir hayvana neler yaptırıyor? Bizlere ibret olmaz mı bu? Yok, olmaz değil mi? Zamanımızda onur, değeri olmayansa, insana kazandıran değil; kaybettirense, onurlu kaç kişi kalır!
29.01.2011